Page 166 - 9. SINIF VIP TÜM DERSLER KONU ANLATIMLI - EDİTÖR YAYINLARI
P. 166

2. Tema: Anlam Arayışı

        Kadının biraz evvel ölmek istemesi gibi ihtiyarın bu sözüne   Yedi, sekiz sene evvel şu karşı sokaktaki arsada iki üç meşru-
        de hayret ettim. Bir hasisin yarı açık bir çekmecede külliyetli   ta ev vardı. Karı-koca o evlerden birinde bir odacığa sığınmış-
        para bırakması, sonra evine giren bir yabancıya “Elini sok da   tık. Bir bahar günü bu bahçenin önünden geçiyorduk. Kirazlar
        istediğin kadarını al!” demesi garip değil miydi?    olmuştu. Çocuk değil mi yavrucak, kırmızı kırmızı görünce ki-
                                                             razlara imrendi. “İlle isterim.” diye ağlamaya başladı. Kapının
        Dört gün sonra beni kirazlı eve bir kere daha çağırdılar. İhtiyar   önünde bahçıvan gibi bir adam duruyordu. Yüzümü kızarttım,
        kadın epeyce iyileşmişti. Bana kendi eliyle çay pişirmek için   çocuk için ondan birkaç kiraz istedim. Yüreksiz adam, cevap
        ısrar etti. Öteden, beriden konuşmaya başladık. Umduğumun   bile vermedi, başını öte tarafa çeviriverdi. Zehracıkla eve dön-
        aksine bu ihtiyarın sohbeti çok tatlıydı.            dük. Çocuk ağlar, ben ağlarım. Bir de üstelik efendiden azar

           EDİTÖR YAYINLARI
        Onlara başka yerde rast gelmiş olsaydım, “Ne iyi insanlar” di-  işittim. Hakkı da var ya. Çiftliklerinde yüzlerce fakir besleyen
        yecektim. Fakat ne mal olduklarını biliyordum.       hanedandan bir adam, çoluk çocuğun dilenci gibi el açması-
        Bir aralık, kadın bana çoluğum çocuğum olup olmadığını sor-  na razı olur mu? Birkaç gün sonra mahallede oturan başka
        du:                                                  göçmen çocuklar, Zehracığı kandırmışlar, bu bahçede kiraz
                                                             hırsızlığına götürmüşler. Bahçıvan; çocukları görmüş, ellerin-
        — Çoluk var Büyük Hanım amma çocuk yok, dedim.
                                                             de taşlar, sopalarla ağaçtan ağaca koşmaya başlamış. Zeh-
        — Allah vermedi mi evladım?
                                                             racığım  hırsızlığa  alışık  değil.  Bahçıvanı  görünce  korkmuş,
        — Keşke vermeseydi Büyük Hanım. İki altıntop gibi evlat ver-  adam daha bir şey söylemeden kendini ağaçtan atmış: baş-
        mişti. Fakat iki sene evvel, yirmi gün ara ile ikisini de aldı. Yal-  cağızı taşa çarpmış. Sevap sahibi bir adam kucağına alıp eve
        nız kaldık.                                          getirdi...
        — Allah sana, anasına ömür versin evladım. Gençsiniz Allah
        yine verir inşallah... Hastalıkları neydi?
                                                             Yavrumun  sırma  gibi  saçları  vardı.  Bu  saçların  bir  parçası
        — Biri kemik hastalığından ölmüştü. Öteki “beyin veremi” de-  kana bulanıp alnına yapışmış... Üç, beş gün sonra Zehracık
        nen melun hastalıktan... Yavrumu bir gün kaza ile merdiven-  şiddetli bir ateşle hastalandı. Gözleri şaşılaştı, kolları büzüldü.
        den düşürmüşler...                                   Belediye hekimini yalvarıp getirdik. “Çocuk ağaçtan düşünce
                                                             başı zedelenmiş. Beyin veremi olmuş. Allah’tan ümit kesilmez
        İhtiyarların ikisi birden bir vaveyla kopardılar. Şaşırdım, kadın
                                                             ama ben iyi görmüyorum.” dedi. Yavrucağım birkaç gün sonra
        hıçkıra  hıçkıra  ağlamaya  başladı.  İhtiyara  baktım,  onun  da
                                                             ölüp gitti. Biz iki ihtiyar, kuru başımıza kaldık. Bir, iki sene son-
        gözlerinden sessiz yaşlar akıyordu.
                                                             ra memleketteki mallarımızdan bir kısmını geri verdiler. Yeni-
        Kadın, biraz sükûn bulduktan sonra:                  den zengin olduk. Lakin biz, artık parayı ne yapalım? Biz yaşta
                                                             insanlar parayı evlatları, torunları için isterler değil mi Doktor
        — Vay yavrum, o hastalık senin de yüreğini yaktı, öyle mi?   Efendi oğlum? Apartmanlarımızın kirasını getirdikleri vakit iki
        dedi. Sonra karşısındaki adamın kendi dertlerini bütün derinli-
                                                             ihtiyar ağlamaya başlarız. Bu paraları sarf edecek kimimiz var
        ğiyle anlayamayacağından emin, şu hikâyeyi anlattı:  ki? Başka mahallelerde oturamadık. Bu evi satın aldık. Sanı-

                                                             rım ki Zehracık, düştüğü şu kiraz ağacının altında gömülüdür.
        — Biz memleketimizde çok zengindik. Oğullarımız, kızlarımız,
                                                             Kiraz mevsimi geldi mi belki bir kaza olur, başka anacıkların
        torunlarımız vardı. Balkan Savaşı’nda kimi öldü, kimi kaybol-
                                                             yüreği yanar diye karı-koca bekçilik ederiz. Ağaçlara kimseyi
        du.  Biz,  iki  ihtiyar,  Zehra  ismindeki  torunumuzla  İstanbul’a
                                                             yanaştırmayız. Bu kirazlardan bir tanesini yemek istemeyiz.
        geldik. Elimizde çoluk çocuk namına bir o Zehracık kalmıştı.
                                                             Zehracık, onlardan bir taneciği için ağlayıp ölmüştü. Kirazlar
        Ölenlerin, kaybolanların muhabbetini ona verdik. Memlekette
                                                             olduğu vakit onları arabalara doldurur, mezarlığa götürürüz.
        dünya kadar malımız mülkümüz olduğu hâlde İstanbul’da on
                                                             Zehracığın ruhu için onları para ile kiraz alamayan fukara ço-
        parasız kaldık. Efendi ihtiyardı. Çalışacak hâlde değildi. İstan-
                                                             cuklarına sepet sepet üleştiririz.
        bul’da bir iki hemşerimiz vardı. Allah razı olsun, onlar ara sıra
        beş on para veriyorlardı. Üstsüz, başsız kalmıştık. Zehracık
                                                                                          (Reşat Nuri Güntekin)
        dilenci çocuklarına dönmüştü.

         166    Türk Dili ve Edebiyatı
   161   162   163   164   165   166   167   168   169   170   171