Page 191 - 9. SINIF VIP TÜM DERSLER KONU ANLATIMLI - EDİTÖR YAYINLARI
P. 191

3. Tema: Anlamın Yapı Taşları

            İnsanda göz var, izan var... Canım köprünün üstünde kaç kişi   Dinleyenlerden biri:
            var, insan bunu görmez mi? Bu meydanda bir şey...”   “Öyledir, öyle” dedi, “Faik’in hakkı var.”
            Feyzi Bey gülerek:                                   Sustular. Faik Efendi biraz bozulmuş (...):


            “Canım hacım” dedi, “düşünsene! Köprünün üstü beş yüz bin   “Rüstem, bir ateş” diye kahveci çırağına bağırdıktan sonra la-
            kişi alır mı? Alsa da yarım milyon adam buraya nasıl toplanır?   kırdıyı olduğu yerde bırakmak isteyerek;
            Demek aşağı yukarı İstanbul halkının yarısı!”

                                                                 “Ben” dedi, “yalan söyleyecek değilim ya, gözümle gördüm.
            “İstanbul halkının yarısı?.. Vardı ya, ne zannediyorsunuz? Ya-  Ana baba günü, mahalakallah... diyelim, hadi ben yanılıyorum,
            rım milyon dediğin nedir!”                           beş yüz bin olmasın, iki yüz bin de olmasın; yüz bin kişi vardı
           EDİTÖR YAYINLARI
                                                                 ya... Yüz bin kişi az mı?”
            Etraftakiler çokça gülüştüler, Faik Efendi de biraz gevşer gibi
            oldu:
                                                                 Dinleyenler, gene sustular. Faik Efendi, sonra fena halde sara-
                                                                 caklarını ve bu işin bitip tükenmeyeceğini bildiğinden, işi kabul
            “Adam” dedi, “beş yüz bin olmasın da dört yüz bin olsun!”
                                                                 ettirmeye  çalışıyordu.  Salkım  ağacının  kütüğüne  dayanmış
            “Dört yüz bin de olmaz.”                             askeri eczacı Remzi Efendi hiç gülmeyen yüzüyle yavaş sesle
            “Neden?”                                             sordu:

            “E, hesap meydanda. Diyelim köprünün boyu olsun dört yüz   “Köprü bu kadar adamı nasıl kaldırır” dedi, “hikmet!”
            metre, öyle mi?”
                                                                 Faik Efendi yeniden söze başlandığına sevinerek:
            “Ne bileyim, ölçmedim ya!”
                                                                 “Şey” dedi, “ya... O zaman biz de şaşmıştık. Sonra oturduğu-
            “Canım, şimdi beş yüz bin kişiyi gözle hesap ediyordun, köp-  muz bostanda bir tersaneli vardı. Ben ona sordum, o dedi ki
            rüyü neden hesap edemiyorsun?”                       dubaların zincirleri paslanmış, bel kalınlığında midye tutmuş-
                                                                 tur. Direk gibi. Dubalar delinse de suyun üstünde durur.”
            “Ne bileyim ben, sizin sözünüze karşı söylüyorum!”
                                                                 Dinleyenler, gülüştüler. Faik Efendi işin biraz fazla kaçtığını
                                                                 anlar gibi oldu, kaşlarını oynattı. Oturanların yüzlerine baktı:
            “O halde, ben ölçtüm. Dört yüz metre. Eni de olsun on iki met-
            re, dört yüz kere on ikimiz ne eder? Efendim... On kere dört
            yüz, dört bin, dört bin sekiz yüz metre murabbaı, her metre   “Ya!..” dedi. “Böyle şeye inanmak olur mu? Biz de o zaman
            murabbaında da dört kişi dursa, dört kere sekiz otuz iki, dört   inanmamıştık. Ancak Remzi Efendi’nin buyurduğu gibi bir hik-
            kere dördümüz de on altı, on dokuz, bu da etti on dokuz bin iki   met var ki, duruyor.”
            yüz. Dört yüz bine varmaya? Efendim... tamam üç yüz seksen   Remzi Efendi derin derin içini çekerek:
            küsür bin kişi kalır açıkta.”
                                                                 “Ya, hikmet” dedi... Ondan sonra iki kişi de içlerini çekerek
                                                                 acıklı acıklı:
            Feyzi Bey hesap yaparken, Faik Efendi ona bakıyordu. Biraz
            düşünür gibi oldu. Kaşlarını oynatarak:              “Dünya bu... “ dediler.

                                                                 Yeniden susuldu. Faik Efendi biliyor ki saracaklar hem de fena
            “Ben hesap mesap bilmem” dedi, “dört yüz bin yoksa, iki yüz
            bin kişi ferah ferah vardı. İsterseniz başkalarına da sorun.”  saracaklar. Biraz durduktan sonra, dayanamayarak:
            Biraz durdu. Sonra işe az daha tav vermiş olmak için:  “Yok, ama” dedi, “valla saracaksınız... Olmaz ki... İnsanı lakır-

                                                                 dı ettiğine de pişman edersiniz. Feyzi Bey, canım, valla sen
            “Feyzi Bey, Feyzi Bey” dedi, “bu, kahvede durup hesap hallet-  yapıyorsun.”
            mek değil, can pazarı kardeşim, herkes kendi başının derdine
            düşmüş. Denize düşen yılana sarılır.”                “Benim bir şey dediğim var mı?”
            Feyzi Bey gülümsedi:                                 “Ben bilirim” dedi, “sen yüz bin kişiye razı oluyor musun?”
            “Yok hacım” dedi, “elbet dediğin doğrudur. Sen yalan söyleye-  Feyzi Bey başı ile “olmam” diye işaret etti. Faik Efendi “yetmiş
            cek değilsin ya! Ben latife ettim.”                  bine” diye sordu. Feyzi Bey gene razı olmadı.

                                                                                    Türk Dili ve Edebiyatı    191
   186   187   188   189   190   191   192   193   194   195   196