Page 190 - 9. SINIF VIP TÜM DERSLER KONU ANLATIMLI - EDİTÖR YAYINLARI
P. 190

3. Tema: Anlamın Yapı Taşları

                                                               3. TEMA ÖĞRENME İÇERİKLERİ
        4. Aşağıdaki gezi yazısının  bütün kelimelerini yapı bakımın-  3. TEMA ÖĞRENME İÇERİKLERİ
        dan inceleyerek sınıflandıralım.
                                                             HİKÂYE TAHLİLİ

                          MAVİ YOLCULUK                      Aşağıda verilen hikâyeyi okuyalım, hikâye ile ilgili haritada yer
                                                             alan yönergeleri uygulayalım.
        Ayvalık’ta Teoman Madra ile İlter Doğan’ı görecektik. Onlar
        size bölgenin bütün turistik sırlarını açar demişlerdi. Hoş Ayva-
        lık kendi iç turizmini kurmuş geliştirmiş bir şehir. Sayısız plâjla-     PAZARLIK
        rı, tepelerinde Rumlardan kalma kilise ve manastır harabeleri   Sıcak yaz gecesi... Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü
        ile adacıkları, ünlü Çamlık sayfiyesi ile Ayvalık’ta bir bolluk, bir   sanki ufak bir bahçecikti. Ortada küçük bir havuz, içinde ga-
        zenginlik havası esiyor. Zeytinyağ ve zeytinyağcılığın merkezi.   zoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kınaçiçekleri… Kahve pen-
           EDİTÖR YAYINLARI
        Ama Türkiye’nin birçok bolluk bölgelerinde olduğu gibi burada   cerelerine  sicimler  gerilmiş,  gece  sefaları,  telgraf  çiçekleri,
        da rahatsızlık veren bir dengesizlik var. Şehrin kendisi çirkin,   kireçle sıvanmış yarım tenekeler içinde sardunyalar sıralan-
        irili ufaklı yapıları gelişi güzel serpilmiş, Ayvalık zenginleri hep   mış. Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakımı da gecelik
        Çamlık’ta oturuyorlar. Çamlık’ın villâları, gazinoları, yolları ve   entarileri, şam hırkaları ile dört beş kişi, İstanbul’un son büyük
        hele kocaman çamları bizim Büyükada’yı da geride bırakacak   zelzelesinden konuşuyorlardı.
        gibi, buna karşılık Rumların Ayvalık’ta oturduğu zamanlar asıl
        sayfiye yeri olan Cunta, bugünkü adıyla Alibey Adası kendi ha-  Gümrük aracılarından Faik Efendi, kırk beş yaşlarında, uzun
        line bırakılmış, harap ve perişan. Bir turizm derneği kurulmuş,   kara bıyıklı, esmer bir adam. Ayağının birini altına alarak, kaş-
        ama şehirde bir kart postal bulamıyorsunuz daha. İyi otelleri   larını yukarı aşağı oynatarak anlatıyor:
        varmış, ama Çamlık’ta oturan şık kadınlar Ayvalık’ın az çeşit-
        li eşya satan dükkânlarında alışveriş etmezler herhalde. Her   “Ben” diyor, “hareket olurken Eminönü’ndeydim. Feyzi Bey, Al-
        taşra şehrinde, son zamanlara kadar Ankara’da bile görülen   lah sizi inandırsın, o Yenicami minareleri yok mu birbirine do-
        bu hal Türkiye’nin acı gerçeklerinden biridir: Taşra şehrinin   kunuyor ayrılıyor, dokunuyor ayrılıyor, o kaldırım taşları sanki
        zengini dışarda yaşar, dışarda eğlenir, dışarda giyinir, kısacası   su içinde fasulye kaynar gibi böyle kaynıyordu. Tramvay bey-
        dışarda harcar parasını. (...)                       girlerine baktım, ayaklarını açmışlar oldukları yerde duruyor-
                                                      Azra Erhat  lar. O mavnalarda ne kadar yemiş varsa hepsi dansa kalkmış.
                                                             Herkes köprüye koştu, ben de koştum. Köprünün üstüne gelen
           Basit sözcükler   Türemiş sözcükler  Birleşik sözcükler  yığıldı, hilafsız beş yüz bin kişi vardı.”


                                                             Muhatabı şam hırkalı, zayıf, uzun boylu, kalın sesli Harbiye
                                                             Nezareti Mektubi Kalemi müsevvitlerinden Feyzi Bey:
                                                             “Yok hacım” dedi, “bu biraz hilaflı oldu.”
                                                             Faik Efendi bozulmuş, sordu:
                                                             “Neden?” dedi.

                                                             “Neden olacak elmasım, köprünün üstü beş yüz bin kişi alır
                                                             mı?”

                                                             Faik Efendi kaşlarını kaldırıp düşündü. Dinleyenler gülümsedi-
                                                             ler. İmamın oğlu Rıza dedi ki:
                                                             “Faik Ağabey, ağzın kızdı da ölçüyü kaçırdın.”
                                                             “Yok” dedi Faik Efendi, “valla latife değil, o zaman biz de buna
                                                             şaştık.”
                                                             “Neye, şaştınız?”
                                                             “Köprünün bu kadar adam aldığına...”

                                                             “Canım, o kargaşalıkta saydınız mı?”
                                                             “Saymadık ama her halde vardı... Artık, siz de bu kadar olmaz.

         190    Türk Dili ve Edebiyatı
   185   186   187   188   189   190   191   192   193   194   195